Jump to content

Dougherty, Wescott and the Others | Vicewood Glamour


Önerilen İletiler

Oluşturuldu: (düzenlendi)

 

FNzyfUm.png

7DCamv3.png

iav7t6J.png

 


tarihinde orient tarafından düzenlendi
gönderildi (düzenlendi)

İndeks yazılacak.

tarihinde orient tarafından düzenlendi
gönderildi (düzenlendi)

  

 

T H E   B I R T H   O F   V I C E W O O D


Dinle, sana yaşananların öyküsünü anlatacağım.

 

Bizim doğuşumuz süslü kundakların içinde olmadı. Hürriyetin paha biçilemeyen ağırlığını sırtlanmak zorunda kaldık. Paskalya'da cesur önderlerimiz nasıl asıldıysa Dougherty Productions da öyle doğdu, bizim kaderimizle Aziz Patrick'in ülkesinin kaderi arasında kanla çizilmiş bir eşitlik var. HBO ilk başarılarını elde ederken hissettiğimiz imreniş Britanya postalı altındaki milletlerin hür dünyaya duydukları imrenişle aynı şeydir. Tüm mücadelelerde olduğu gibi başarılar ve başarısızlıklar iç içedir, önemli olan şey ise neticedir.

Dizi ve kısa film denemelerimiz nasıl kurtuluş mücadelesinin ilk safhalarında olduğu gibi başarısız olduysa, kısa filmlerimiz ve sinemadaki çalışmalarımız üç renkli bayrağımızın Dublin gönderlerinde dalgalanması gibi başarılıdır. Dougherty Productions kusursuzluğun değil, bir başarının öyküsüdür.

 

Sinemaya olan ilgimin başlamasından önce genç ve idealisttim: sanatın topluma yön verdiğini ve bizim çizeceğimiz istikâmetin toplumu faydalı uğraşlara yönlendirmesi gerektiğine inanıyordum. Mütevazı yaşantılar süren insanların gülmeye, eğlendirilmeye ve onlara katkı sağlayacak meziyetler elde etme konusunda telkinlere ihtiyaçları vardı. Bilinçli bir toplumun inşa edilebilmesi için Marksist dünya görüşü çerçevesinde yardımlaşan, birbirini kollayan ve kolektif bilince sahip bir güruhun vücuda getirilmesi elzemdi. İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu'nun üzerine sürülen kahverengi üniformalı emperyalist orduları tepelemesi, yeni bir sendikacı Amerikan rüyasına ilham veriyordu.

Akademi ödüllerinde defalarca aday gösterilen çalışmalarımın niçin ödüllendirilmediğini o zamanlar anlayamıyordum fakat odada bir fil olduğu aşikardı: Amerikan gerçekliği kendini dayatıyordu. Los Santos'un ihtişamlı kalburüstü yaşantısıyla gettonun banallığını karşılaştırdığımda nerede hata yaptığımı anladım. Burası üretim ve mücadeleyle ayağa kaldırılacak insanların ülkesi değildi, eğitim görmekle vakit kaybetmenin eşdeğer olduğu obskürantist bir tüketim toplumunun ortasına doğmuştuk.

 

İdealizmimi böyle kaybettim, daha doğrusu, gözlerim böyle açıldı. Cehalet ve tüketimin mücadele edilmesi gereken kavramlar değil, teşvik edilmesi gereken Amerikan değerleri olduğunu idrak ettiğimde yirmi yaşındaydım. Yasaların koşulsuz uyulması gereken toplumsal kurallar oldukları alt metnini içeren projeme bir içecek reklamı verip yüklü miktarda para kazanmıştım. Çekimleri gerçekleştirdiğimiz muhitlerde kaldırım taşları üzerinde m komasına giren, sefilce, insan onuruna yakışmayacak tarzda çırpınarak can veren insanları gördüm.

Bu ülkenin hamuru biz beyaz Avrupalılar tarafından yoğruldu ve bugünkü halini alana kadar şekillendirildi. Işık teknikerliği yaptığım zamanlarda bunu hiç aklımdan çıkartmadım, kendimi sorguladım. Vicewood'un tepesinde güneşlenenler mi, yoksa kaldırımlarda can verenler mi gerçek Amerikalılardı?

 

Hümanizmaya dair sahip olduğum tüm prensiplerimi tek celsede silme kararımı böyle vermiştim. Her ne kadar acınası vaziyette olsalar da, o insanlar yollarını böyle çizmeyi kendi hür iradeleriyle seçmişlerdi. Toplumun belli bir kesimi topyekün biçimde bilinçli olarak intiharı seçiyordu. Bloods ve Crips birbirini yok ederken Barack Obama'nın Oval Ofis'te günlerini geçiriyor olması 'Amerikan özgürlüğü' dediğimiz şeyin doğal bir neticesi değil miydi? Toplumun en aşağı kademesini bile incelediğimde bireylerin kendi seçimlerinin yarattığı sonuçlar ve bu sonuçlara bağlı koşullar içerisinde yaşadıklarını büyük bir hayretle keşfettim. Bütün bunlar olurken yirmi iki yaşındaydım.

 

Amerikan rüyası ancak kendini gerçekleştiren kişilerin bireysel kabiliyetleriyle mümkün kılınmıştı. Konu devasa bir alışveriş merkezine benzeyen bu ülkede üretimin teşvik edilmesinden çok uzaktı. Yeni Babil, bir hayatta kalma mücadelesinin öyküsüydü. Burada sadece tüketenler ve tükettirenler, silenler ve silinenler, yok olanlar ve yok edenler vardı. Bütün bunları göz önüne aldığımda insanın en ilkel güdüsünü, hayatta kalma isteğini kanıksadım. Kapital insanları birbirine düşman eden, bizi özümüze yabancılaştıran bir alet değildi artık. Tek gerçek mücadele olan hayatta kalma mücadelesinin nihai amacı ve aracıydı.

 

İnsanın özgür iradesiyle yaşsmına yön vermesi, ancak tam bilince sahip olduğunda mantıklı olabilir. Serbest piyasaya inanmaya başladığımda bu prensibi tam anlamıyla benimsedim. İnsanların tüketim huylarına yön veren ve onları pazara bağımlı kılan biz kapitalistler, kanun kaçağı veya haydut olarak nitelendirilemeyiz. Zirâ tüketim sürecine iştirâk eden her müşteri, onlar bilinçli hareket etmeseler dahi gönüllülük esasıyla alışveriş yapmaktadır. İhtiyaç duymadıkları halde bir ürüne veya bir hizmete binlerce dolar para harcayan bir Amerikan vatandaşını kimse satın alım yapmaya zorlamamaktadır. Kurulan sistem ister bilinçli ister bilinçsiz olsun, tüketiciye yalnızca iki seçenek sunar: satın almak veya almamak. Basit bir sörf tahtasına duyulan imrenmenin bile gerçek özgürlüğe duyulan imrenmeden fazla olduğunu keşfettiğimde, kapitalciliğe tam anlamıyla teslim oldum. Yirmi beş yaşındaydım.

 

Eğlence sektöründeki tüketimin ise ne denli korkunç, ve aynı oranda büyüleyici olduğunu bizzat deneyimledim. Televizyon ve medya, yirmi birinci yüzyılın en büyük illüzyonunu gözler önüne serdi: maruz kalmaya rızası olmasa bile tüketiciyi kendine maruz bıraktırarak gelişen ve büyüyen devasa bir sektör yaratılmıştı. Bir berberde tıraş olan standart bir Amerikan vatandaşı bile arka planda çalışmakta olan televizyona belki istemsizce, belki de farkında bile olmadan maruz bırakılıyordu. Böylesi basir bir inovasyon bile yüz milyonlarca dolar getirisi olan yeni bir iş alanının yaratılış destanını dünyaya haykırıyordu, yeni bir çağa tanıklık ediyorduk.

 

Sinema benim ilk tutkum değildi, televizyonun büyüsüne kapılarak işe başladım. Her ne kadar toplumun geniş bir yelpazesine ulaşsa da televizyon zahmetli bir işti. Bir sürü insanın çalışması ve para kazanması gerekiyordu, gereğinden fazla kişiye istihdâm yaratması adeta bir iş enflasyonuna kapı aralamaktaydı. Sinemaya olan ilgimin yoğunlaşması da böyle oldu. Dijital olmayan sinema belirli sayıda insanın kısıtlı zaman dilimlerinde çalıştırılarak ortaya çıkartılmış bir ürünün, gösterildiği her yerde fikri ortaya atan kişiye para kazandırmasına olanak sağlayan bir kapitalist rüyasıydı. Vicewood, bu rüyadan doğdu...


tarihinde orient tarafından düzenlendi
  • 2Ay Sonra...
gönderildi
gönderildi (düzenlendi)

 

 

 

 

uCV5YA6.pngA1DWwUt.png

 

Alıntı

𝕬𝖓𝖉 𝖇𝖞 𝖙𝖍𝖊 𝖕𝖔𝖜𝖊𝖗 𝖎𝖓𝖛𝖊𝖘𝖙𝖊𝖉 𝖚𝖕𝖔𝖓 𝖍𝖎𝖒 𝖇𝖞 𝖙𝖍𝖊 𝕲𝖔𝖉, 𝖍𝖊 𝖌𝖆𝖛𝖊 𝖑𝖎𝖋𝖊 𝖙𝖔 𝖙𝖍𝖊 𝖑𝖎𝖋𝖊𝖑𝖊𝖘𝖘, 𝖍𝖊𝖆𝖑𝖊𝖉 𝖙𝖍𝖊 𝖈𝖗𝖎𝖕𝖕𝖑𝖊𝖉 𝖆𝖓𝖉 𝖈𝖗𝖊𝖆𝖙𝖊𝖉 𝖆𝖑𝖑 𝖙𝖍𝖊 𝖐𝖓𝖔𝖜𝖓 𝖛𝖆𝖑𝖚𝖊𝖘 𝖔𝖓 𝖊𝖆𝖗𝖙𝖍. - 𝕮𝖎𝖓𝖊𝖒𝖆𝖙𝖔𝖌𝖗𝖆𝖕𝖍𝖊𝖗𝖘, 𝟕:𝟐𝟐

tarihinde orient tarafından düzenlendi
gönderildi (düzenlendi)

aYIYZQa.png

 

Spoiler

P8Tk5dT.jpeg

 

tarihinde orient tarafından düzenlendi
gönderildi

buadamyapiyor

gönderildi
gönderildi
gönderildi

begenmedim 

Görüşmeye katıl

Şimdi yayınlayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Bir hesabınız varsa, şimdi oturum açın.

Misafir
Bu konuyu yanıtla

×   Yapıştırdığınız içerik biçimlendirme içeriyor.   Biçimlendirmeyi Temizle

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömüldü.   Bunun yerine bağlantı olarak görüntüle

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Editör içeriğini temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    • Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgilendirme

Terms of UseGizlilik Politikası